|   
info@sultanbabavakfi.org.tr

PİR-İ MÜCAHİDUN ( Sibel ERASLAN )

PİR-İ MÜCAHİDUN ( Sibel ERASLAN )

Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Üstad Necip Fazıl Kısakürek hayranı gençlerdendik. Meşhur eseri ‘’O ve Ben’’ deki irfani uyanışını Üstad’ın, çağdaş bir hidayet öyküsü olarak içselleştirmiştik sanırım, sadece ben değil pek çok akranımız da… Gökle yer arasını tutup bitiştiren bir aşk sembolüydü sufi dervişler ve biz onların ayak izlerini arardık… Ian Dallas’ın ‘’Gariplerin Kitabı’’ adlı eseri de, bizi o günlerde hikmet arayışının rotasını çizecek eserlerden olarak, hayli etkilerdi…

Lakin… ‘’Geçti kervan kaldık dağlar başında’’ ilahisi eserdi başlarımızda… Seksenlerin ikinci yarısıydı… Darbe ve ihtilal sonrasının ağır yükü altında bize kalbin arayışlarına dair cevaplar taşıyacak sesleri arar sorardık… Sabırsız tohumlar gibi uyuyakaldığımız serin ve sert toprak altından bir kardelen gibi başımızı çıkartacağımız baharları özler dururduk…

Bir gün üst sınıflardan sevdiğimiz bir arkadaşımız Ayfer Karagöz (Yaman)’ün davetiyle ders çıkışı, üniversite’den Zeytinburnu’na gittik bir grup arkadaşımızla. Başınızı eğerek iki basamak merdivenle ineceğiniz o davet kapısından, tıpkı şiirlerdeki gibi geçtik… Dünya, sanki kapının dışında kalmış gibi. İçeride yeşil uzun mintanıyla oturan, gözlüklerinin altından bakışı insana ‘’Ya zel celali vel ikram’’ isminin tecellisini duyumsatan, muhterem bir kimse… ‘’Hoca Baba’’ diyor sevenleri… ‘’Sultan Baba’’ diyecekler bir müddet sonrasındaysa aynı sevenler...

Sevenler, bizim üniversiteden geldiğimizi işitince hemen yer açıyorlar, sanki bizi kırk yıldır tanıyormuş gibi sevecenlikle oturtup, omuzlarımızı başlarımızı okşuyorlar. Allahallah. İçerisi nasıl da ılık, nasıl da sıcak, oysa soba yanmıyor, ışık da yok ama içerisi bir billur dükkkanıymış gibi pırıl pırıl. Omuz üstündeki raflardan bir tutam kâğıt alıp, ‘’dağıt bakalım okusunlar, sonra da ne anladıklarını soracağız’’ diyor gülerek Hoca Baba, Ayfer Abla’ya…

Kâğıtta Büyük hükümdar Nureddin Zengi’nin Resulullah (s.a.v) sevgisi ve sadakatini aktaran bir menkıbe yer alıyor. Rüyasında Resulünü (s.a.v) gören Sultan Zengi, uyanır uyanmaz Ordusunu toparlayıp, Yahudi suikastine maruz kalmak üzere olan Medine-i Şerife doğru yola çıkıyor… Ne anlamıştık acaba biz üniversiteliler bu tarihi hikâyeden… Sıra bana geldiğinde; ‘’takva’’ demiştim anafikir için. Hemen yanımdaki arkadaşım ise ‘’cihad’’ demişti… ‘’Cihad’’ kelimesinden çok memnun olmalıydı ki, gözlerinden yaşlar süzülerek ‘’aferin’’ demişti Hoca Baba… Ben ‘’cihad’’ kelimesini o gün ilk kez işitiyordum, eve döndüğümde ansiklopedilerden ne olduğuna bakacaktım. Bendeki zihinsel sözlüğe ‘’cihad’’ bahsini açtıran kişidir Sultan Baba.

Onun bir Allah dostu olarak en belirgin vasıflarıı; tevhidi şuuru, takvası, cihad bilinci, devlet bekasına dair olan sarsılmaz inancı ve Osmanlı sevgisiydi diyebilirim…

Bayram günleri dışında her gün oruçluydu, her gece teheccüde kalkar ve sabah namazına kadar Kuranı Kerim okurdu. Yatsı namazını kıldıktan sonra Esmaül Hüsna zikrini eda eder, ‘’biz İmam Azam’dan okuduk, siz de devam ediniz Esmaül Hüsna, büyük keşiflerin ve yakinin anahtarıdır’’ derdi… Sofrası herkese açıktı, cömertti. Celalliydi lakin özellikle gençlere karşı yufka yürekliydi de, bir toplulukta en önem verdiği kafile hep gençler olurdu. Tek tek ilgilenir, kimseyi unutmaz, bazen ok gibi cümlelerle bizi hicabımızdan tutar yakalar, ‘’evladım kalemi kılıç gibi tutmayı öğreneceksin’’ derdi… Gayrete getirmek için ‘’benim arslan kızım ha gayret’’ derdi…

Her sabah dükkâna girdiğinde ilk işi, Milli Gazete’yi okutmasıydı. Ben sonraları kendisinin okuyucularından da olacaktım. Keşke o günlerin kıymetini bilseymişim, keşke dünyaya savrulup gurbete düşmeseymişim…

Yabancı ihvanı da olurdu, Mısır’dan Avusturalya’dan, Almanya’dan ihtida ederek İslam’la şereflenmiş kimseler de olurdu dergâhta… Mefkûre Anne’yi, Zehra Teyze’yi, Hafız Anne’yi, Nur Abla’yı, Ülker Abla’yı, Münire Yarar Teyze’yi de her zaman yanımızda yöremizde bizlere kol kanat gererken hatırlayacağız. Eşi Sultan Anne, Kızı Fatma Abla, gül yüzlü gelinleri, değerli evlatları ile helal kazancın ve infakın, sadakanın, sahip çıkmanın, dergâh olmanın dersini verdiler bizlere…

Onun cihad, sağlam duruş ve devlet bekasına dair tuttuğu istikamet, bugün hem ülkemizin hem de İslam coğrafyalarının varoluş mücadelesine, etkin hamleler olarak yansıyor… Necmettin Erbakan, Recai Kutan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Tayyip Erdoğan gibi Türkiye siyasetine yön vermiş pek çok kıdem sahibi siyasetçi de kendisini ziyaret etmiş, hürmet göstermiş kimselerdendi… O, ‘’vaktin şahidi’’ydi…

Mücahiddi, Allah dostuydu, alicenab idi… Aşkı kaldı bizlere, ufku yazıldı zihinlere… Allah’ın rahmeti, Efendimizin (s.a.v) şefaati, çok sevdiği Ehli Beyt’in duası üzerine olsun…

SİBEL ERASLAN